Ana sayfa » Blog » Öykü – Elifya’nın Çocukları
İlk nerede yayınladı?

Bu öykü ilk olarak 2 Kasım 2017 tarihinde Yerli Bilimkurgu Yükseliyor sitesinde yayınlanmıştır. Aşağıdaki metin, öykünün en son düzenlenmiş halidir.

Elifya’nın Çocukları

TARİH: 39. Elifya Yılı

YER: Bergin kolonisi, Baba’nın Evi

GÜNLÜK #245: Vasiyet

Ömrümün son günlerine geldiğimin farkındayım, belki de son günlük kaydımı yazıyorum. Gelecek nesiller için son bir kayıt, kökenlerinin neresi olduğunu bu gezegene ilk ayak basan babalarından öğrenmeleri için son bir fırsat. Anlatacaklarımı şimdiye kadar çok az evladımla paylaştım, saklamak için kendimce sebeplerim vardı. Ama artık nereden geldiğinizi öğrenme vakti geldi.

Her şey bir cinayetle başladı.

Anneniz Elif hamileydi. İlk çocuğumuz… Daha altı aylık bir erkek. Adını bile koymuştuk: Bergin. Çocuk sahibi olmaya karar verdiğimizde, Elif onu kendi, doğal yollarla doğurmak istemişti. Dokuz ay karnında büyütecek, onunla yatıp kalkacak, her gün onu düşünerek gelişini dört gözle bekleyecekti. Yapay doğumun çok daha sağlıklı ve güvenli olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Ama ne çare. Anneniz bir şeyi kafasına koyduğu zaman onu yolundan çevirmek mümkün değildi. Hamileyken en azından işine ara vermesini söyledim ama sonucu tahmin edebilirsiniz.

O lanet olay da işteyken yaşanacaktı. Federasyondan bağımsız bir hayır organizasyonunda çalışan Elif’in, eziyet altındaki kolonilerden birinden yanına aldığı, ufak tefek bir gençti sonunu getiren. O gün iş çıkışı, Elif’le bir şeyler konuşmak için odasına girmiş, odadan yükselen çığlığın duyulmasıyla asıl niyeti anlaşılmıştı. Anneniz, kalbine saplı bir bıçakla oracıkta ölüvermişti. O adam bir bıçakla iki cana birden kıymıştı. Olanları öğrendiğimde… Onca yüzyıldan sonra, yüzlerce ışık yılı uzaktan bile hala nasıl acı verebilir bir anı?

İçimde kabaran öfke ateşini hayal edebilirsiniz. Hiçbir şeyin önemi yoktu artık benim için, evrenin dipsiz karanlığında savrulan bir cesettim, tek görebildiğim, tek umursadığım alev gibi parıldayan bir intikam güneşiydi.

Adamın evli olduğunu, bir oğlu olduğunu öğrendim. Önce babayı öldürecektim, Elif’ime yaptığı gibi bıçağı kalbine sokacaktım, sonra da oğlunu… Yaptım da. Tanıdıklarım sayesinde tutulduğu hücreye kadar girdim, bıçağı o alçak adamın kalbine sapladım. Son nefesini verirken, gözlerinin içine bakarak, oğlunu da Bergin’imi öldürdüğü gibi öldüreceğimi söyledim. Yapacaktım.

Evlerine gittiğimde geceydi. Anne de, oğlu da uyuyordu. Yapabilirdim, o kadar kolaydı ki o savunmasız, hiçbir şeyden habersiz masum yavruyu öldürmek. Ama işte tam da bu sebepten bıçağı tutan ellerim donakalmıştı. Babaların suçunu oğullardan alırsam, o katilden ne farkım kalırdı?

Gözlerim yaşlı, bıçak elimde, evden çıkarken tutuklandım. Bana söyledikleri şey, Elif’i öldüren adamın da kolonilerdeki bir terörist grubun kurbanı olduğu, ailesi tehdit edildiği için bu işe zorlandığıydı. Bıçağı saplayan eli kesmiştim ama asıl emri verenler belki de asla bulunamayacaktı.

Ne için olmuştu bu yaşananlar? Bir hiç uğruna mı? Her gün gözlerimi kapadığımda kendime aynı şeyi söylüyor, adamın hak ettiğini, adaletin yerine geldiğini fısıldıyor olsam da, yine de bir cinayetti. Boşuna alınan bir can. Şu an bile, ölüm döşeğimde, kana bulanmış ellerimdeki kızıl bıçağı, hışımla kalbine sapladığımda ne kadar kolayca kaburgalarının arasından geçtiğini, adamın gözlerindeki şaşkın ifadeyi, burnuma çalınan kan kokusunu hissedebiliyorum. Bir canı almak ne kadar da kolay, yeni bir can dünyaya getirmek ne kadar meşakkatli, onu koruyup kollamak ne kadar da zor ve bir o kadar tatlı.

Sonunda olacakların farkındaydım, federasyonda adam öldürmenin cezası belliydi. Hapis gezegenlerinden birinde müebbet. Yıllarca yattım. Ne kadar sürdü bilmiyorum, dışarıda olan bitenleri takip etmiyor, kimseyle konuşmuyor, hapiste kendimi hapsediyordum. Kuruyup ölmeye yüz tutmuş bir ağaç için bunların ne önemi vardı ki?

Sonra bir gün gezegene geldiler. Galaksinin en uzak köşelerine koloniler kuracak ‘gönüllüler’ bulmak için. Federasyon popülasyonu giderek artıyordu, en yakın yaşanabilir gezegenlere çoktan koloni gemileri de gönderilmişti. Uzak koloni adayları için ise tam teşekküllü koloni gemileri riske edilemezdi. O yüzden, derin uykuda yüzyıllar sürecek yolculuklarla, yaşanabilir olma ihtimali olan uzak gezegenlere gönüllüleri gönderecek basit gemiler kullanılacaktı. Tek bir gönüllü, tek bir gemi, hedefe varınca bir yıl kadar yetecek erzak, birkaç yardımcı robot ve doğum tüplerinde, gelişmeye hazır, onlarca döllenmiş embriyo.

Gönüllü olmak istedim ama bir şartım vardı. Embriyolar, Elifle benim yıllar önce dondurttuğumuz döllenmiş yumurtalardan olmalıydı. Kabul etmediler tabii. Ağır yükümlü biri olarak pazarlık yapacak durumum olmadığının farkındaydım. Ama belli ki, program için yeterince gönüllü bulamamışlardı. Tekrar geldiklerinde, buna izin verileceğini fakat genetik çeşitliliğin korunabilmesi için embriyolarda genetik değişimlere gidileceğini söylediler.

Kabul etmek zorundaydım. Tekrar Elif’ime dair bir şeyler görebilme arzusu hala her şeyden güçlüydü.

Birkaç yıl süren eğitimden sonra uyutulup, galaksinin diğer bir ucuna yollandığımda artık yalnızdım. Tam iki yüz elli ışık yılı. Uyandığımda karşımda duran zümrüt yeşili bir küre. Capcanlı, yeni bir dünya ama anılarıma hiçbir şey olmamış gibi. Hala yalnızdım, hala Elif’in saçlarının kokusu, ellerinin yumuşak dokunuşu, pamuk gibi gülüşü hatırımda… Ve intikam ateşiyle, eli mahkum bir kalbe sapladığım soğuk bıçak.

Ama tam anlamıyla yalnızım denemezdi, değil mi? Siz vardınız. Büyütülmeyi bekleyen yüz elli embriyo ve Elifya adını verdiğim bu güzel gezegen. Yuvanız.

İlk ekinleri ben ektim, ilk evi ben inşa ettim, ilk koloniyi ben kurdum. Sizleri, şimdilerde çalışmaz hale gelmiş bakıcı robotların da yardımıyla sırayla büyüttüm. Şimdi sizin çocuklarınızın bile çocukları var.

Artık biliyorsunuz.

Öyleyse, size vasiyetim şudur: Asla bir kardeşinizin canına kıymayın. Biri, bir sevdiğinizin canını alırsa, kısasla muamele etme hakkınız var. Ama aynı yoldan geçmiş babanız size diyor ki, affedin. Önce kendinizi affedin, sonra yapan kişi hatasını anladıysa onu. Kolay değil, biliyorum. Ama Elifya’nın huzuru için sözlerimi dinleyin, siz yine de affedin. Ondan sonra, onu bu koca gezegenin başka bir köşesine yerleşmesi için aranızdan sürün, ki ne huzurunuz bozulsun, ne de evlatlarımdan birinin daha canına kıyılmış olsun.

Kaçınılmaz olan bir şey daha var. İleride, başka insanlar, beni buraya gönderenler, Elifya’ya gelecekler. Sizden kendi kurallarına uymanızı, onlara boyun eğmenizi veya bazı değerlerinizden vazgeçmenizi isteyecekler. Onlara karşı koyun veya ne derlerse yapın demiyorum. Sadece bilge olun, sabredin ve birlikte karar verin. Unutmayın, bu gezegen yuvanız. Siz ne kadar kararlı olursanız, Elifya da o kadar yanınızda olur, siz ona ne kadar saygı duyarsanız, o da sizi o kadar korur. Ne de olsa burası onun gezegeni, annenizin.

Öyleyse, anlattıklarımı kulak verin ve Elifya’nın ölmesine izin vermeyin. Çünkü siz onun çocuklarısınız!


Öykü – Akılsız Ev

Evdeki akıllı eşyaların boyunduruğundan kurtulup hayatının kontrolünü tekrar eline almaya çalışan bi…

Öykü – Özgür Adam

Hayatın tutsak ettiği bir komutanın hayatı, distopik bir gelecekte sınır karakoluna gelen muamma bir…

Öykü – Ateş Düştüğü Yeri Yakar

Bir yangında hafızasını kaybeden robot suçlu olduğu iddiasıyla yargılanmaya başlar.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

nine − 6 =